Denizciler için rahatsız bir yaşam, ıslanmak, güneş çarpması, donmak, boğulmak, korkmak bir sürü risk! Tüm bunlar ne için?
Neden amatör denizciler tekrar tekrar denize açılıp tehlikeleri göze almaktan bir türlü vazgeçmezler? “The Psycology of Sailing” (Denizciliğin Psikolojisi) adlı kitabında Michael Stadler’in sorduğu soru, bu sorudur. Almanya’da Bremen Üniversitesi’nde deneysel psikoloji profesörü olan Stadler şöyle demektedir: “Karşılaşabileceği tehlikelerin tamamen bilincinde olarak, keyif almak adına kendilerini küçük bir tekneye teslim etmek! Tehlikeler mi? Bordanızdan birkaç misli yükseklikteki dağ gibi dalgaların arasında çalkalanmak, soğuğa rüzgâra ve ardı arkası kesilmeyen serpintilere maruz kalmak, bir sürü kişiyle sürekli kucak kucağa olmak, uyuşmuş parmaklarla kafa patlatarak mevki bulmaya uğraşmak, konservelerle yaşamak gibi… şeyler!”
Gerçekten de tekneciler gözüktükleri kadar çılgın mıdır? Profesyonellerin üstüne bir de tehlike tazminatı aldıkları bir işe bulaşmak için küçük bir servet harcamak, delilik değil de nedir?
“Bu kişiler içerdikleri risklerden ötürü tehlikeli etkinliklerden açıkça zevk alırlar. Buna karşılık, pek azı, istatistiksel olarak tatilde kalabalık otoyollarda arabayla gitmenin, denizde gezmekten çok daha fazla risk taşıdığının farkındadır” diyen Stadler, denizdeki tehlikelere tutkulu olmanın “genellikle tekdüze şehir hayatı biçimine bir tepki” olduğunu öne sürmektedir.
Bununla birlikte bu riskleri üstlenmenin bir de ödülü vardır. Psikologlara göre küçük bile olsalar tehlikelerle başa çıkmak insanlarda kendine güven duygusunu oluşturur ve gezi bittiğinde tekneci bu yeni güveni günlük hayatına da taşır.